Ad Code

Responsive Advertisement

Ticker

6/recent/ticker-posts

"Kadın su, erkek ise ekmektir."

            "Kadın su, erkek ise ekmektir."
     


    Hiç su içmeden en yedi gün, ekmek yemeden en fazla üç hafta yaşayabiliriz. Yani en temel gereksinimlerimiz su ve ekmektir, kadın ve erkekte su ve ekmek gibi üzerinde yaşadığımız dünyanın en büyük gereksinimidir. Bu düşünceye bağlı olarak; kadın olmadan bir hafta, erkek olmadan ise sadece üç hafta yaşayabiliriz.    

   İnsan; yeryüzündeki en üstün varlık olması ile birlikte, cinsiyetçi kimliği ile ayrıştırılıyor. Oysaki kadın ve erkek; birbirini tamamlayan, biri olmadan diğerinin eksik kaldığı, yeryüzündeki güzellikleri paylaşan en üstün gerçektir. İkili arasındaki denge dinleme, anlama, düşünme, konuşma yoluyla mümkündür. Yani sevgiden doğan, saygı ile egoyu kontrol altına alarak, adil bir davranışla mümkündür. İşte bu yüzden,kadın ve erkeği su ve ekmeğe benzetiyorum. 


   Ayrımcılıkla değil, toplumdaki rollerimize sahip çıkarak hayatları kolaylaştırmak mümkündür. Eski zamanlardan beri süregelen geleneksel roller, değişmez bir bakışla erkeği eve ekmek getirmekten sorumlu, evin direği, güçlü kişi olarak tanımlarken, kadını ev işlerinden, çocuk bakımından sorumlu, bağımlı ve ihtiyaç sahibi kişi olarak görür. 


     Peki, eve ekmek getirmesi zorunlu olan birey sadece erkek midir? Ya da çocuğun bakımından sorumlu olan kişi yalnızca kadın mıdır? Toplumun gördüğü bakış açısı ile bakacak olursak bu sorulara şu cevabı vermek mümkündür: Erkek evin direği olması sebebiyle, çalışıp eve ekmek getirme sorumluluğu ondadır. Kadın ise evin temizliğini yapmalı ve çocuklarının eğitimini en iyi şekilde vermelidir. Tabi bu durum, kadın çalışamaz demek değildir. Yani bu tanımlar sorumluluk adı altında gerçekleşiyor. Kadın kısmı çalışmaz düşüncesi yakın zamana kadar yaygındı. Ancak zamanla bu düşünce aşılmıştır. Günümüzde gayet başarılı işler gerçekleştiren kadınlarımız oldukça fazladır. 


     Topluma ve cinsiyet rollerinin zaman içindeki değişimine bakmak bu rollerin, doğuştan gelen farklılıklarla olmadığını, sosyalleştiğimiz çevre ve içinde yaşadığımız toplumla ilgili olduğunu ve bu nedenle de değişime açık olduğunu göstermeye yeter. Örneğin yemek yapmak kadının görevi olarak görülürken aslında pek çok başarılı erkek aşçı vardır. Bu durumda pratik yaptıkça gelişeceği açık olan yemek yapma becerisi için kadınlar doğuştan yeteneklidir demek doğru değildir. 


    Toplumsal rollerimize sahip çıktıktan sonra Cinsiyete dayalı olan ayrımcılık önyargılarla başlar. Önyargılar kadın ve erkeği ayıran bir başka önemli sebeptir. Örneğin, yeni biri ile tanıştığımızda önce onu süzeriz, kafamızda kurar ve sonra da kurgumuza inanır,  kesin bir hüküm veririz. Karşımızdaki kişinin yeteneklerini ve özelliklerini görmeye çalışmayız. İşte burada kadın ve erkeğin görülmeyen yetenekleri gizlenmiş oluyor. Bireyler genellikle bu şekilde davranarak çoğalıyor ve toplum önyargıları oluşuyor.  


    Ayrımcılığın ve eşitsizliğin sonuçlarından biri, kadınlara yönelik şiddettir. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet, en yaygın insan hakkı ihlalidir. Bu fiziksel, cinsel, psikolojik ya da ekonomik şiddet olabilir. Genellikle şiddet türlerinden biri varsa diğerlerinden biri ya da bir kaçının da bulunduğu düşünülür. 


    Ulusal ve kültürel sınırları aşan, her ırk ve her sınıfta yaşanan bir sorundur. 20. yüzyılın son çeyreğine gelininceye kadar kadınlara yönelik ev içi şiddet, yasal bir düzenlemeye konu olmamıştır. Çünkü aile içinde yaşanan çatışmaların ve sorunlar kamusal bir sorun olarak görülmemiştir. Böylelikle, kadınların evde uğradıkları her türlü şiddet, ailenin “iç sorunu” olarak yasal ve kurumsal düzenlemelerin dışında bırakılmıştır. Aile içi şiddet, bebeklerin cinsiyetinin önceden tahmin edilebilmesi ve kız bebeklerin daha doğmadan hamileliğe son verilmesinden namus cinayetlerine, zorla çalıştırmaya ve tecavüze kadar, yaşamın her safhasında karşılaşılabilen bir insan hakkı ihlalidir.  


    Yakın bir zamanda gelişen, üniversite öğrencisi olan Özgecan Aslan evine gitmek için bindiği bir dolmuşta şoför tarafından tecavüze uğradı, elleri bileklerinden kesildi yetmedi yakılarak öldürüldü. Günlerce medya tarafından yansıtılan bu olay, kadınları ve duyarlı tüm insanları derinden yaraladı. Yürüyüşler yapıldı, katile verilmesi gereken cezalar tartışıldı.. Ama yetmedi, bu olay gündemdeyken başka kadınlar da kocaları tarafından vahşice öldürüldü. 

 

     Adıyaman’ın Karapınar mahallesi, Karapınar caddesinde yaşayan Zerrin hanım, iddiaya göre eşinden şiddet gördüğü için boşanmak istedi. Ailesi boşanmaması için ikna etmeye çalıştı. Fakat Zerrin hanım, gördüğü şiddete dayanamayarak davayı açtığı günden bir ay sonra resmen boşandı. Bunu duyan  baba ve amca tekrar evlenmesi gerektiğini söylediğinde Zerrin hanım bu talebi reddetti. Çıkan arbedede baba ve amca, Zerrin hanımı ve annesini darp etmeye başladı. Hıncını alamayan baba ve amca eline geçen sandalyeyi Zerrin hanımın kafasına vurarak, neredeyse kırılması imkansız olan tahta sandalye kadının başında kırıldı. Yine bu vahşet sırasında nice kadın ölümleri, şiddetleri toplumumuzda eksik olmadı.


   Kadına şiddet, bu kez Hindistan’ın Pencap eyaletinde, bir protesto eyleminde gerçekleşti, Üstelik dayağa maruz kalan kadın, öğretmendi. İş isteyen bir kaç öğretmen, Lambi kasabasında hükümet binası önüne geldi. Bölgeyi yöneten yerel liderle görüşmek istedi. Ancak öğretmenler, yerel yetkili ile görüştürülmeyince tartışma çıktı. Bölgeyi yöneten parti üyeleriyle bir kadın öğretmen arasındaki tartışma giderek kızıştı, ortaya bu şiddet görüntüsü çıktı. Aynı zamanda avukatlık da yapan Virender Kaur isimli öğretmen, Balwinder Singh adlı yöneticinin saldırısına uğradı.  


    Nice kadın ölümleri devam ederken, insanlıktan nasibini almamış erkekler ceza almalarına rağmen, yaptıkları kötülüklerden maalesef ders çıkarmayanlar oldukça fazladır.


    Erkeklerin kadınlara bu denli şiddet uygulamasının sebebine, sadece eğitim yada sadece ruh hastalığı demek doğru değildir. Psikolojik cıkmaza giren bireylerin, şiddete başvurmasının bircok sebebi vardır. Örneğin bireylerin mutsuz olması, ruh dengesinin bozuk olması, uyuşturucu kullanılması, eğitimsizlik, aile içi geçimsizlik, insanlarla iletişim kuramamak, dışlanmak ve buna benzer birçok sebeplerdir. Aynı zamanda, kadını denetleme arzusundan ve kadınların ikincil cinsiyet olduklarına duyulan inançtan da kaynaklanır. Yani erkekler, kadınların dövülebilir olduğu bilgisi nedeniyle şiddet uygularlar. Bu nedenle, kadın erkek eşitliğinin sağlanması, şiddetin ortadan kaldırılması, en azından azaltılması için son derece önemli bir hedeftir. 


    Kadına şiddetin bu kadar arttığı bir dönemde, cinsel eşitliğini, toplumsal rollerin ayrılmadığını, hak eşitliği- ni, vicdanı, sevgiyi, saygıyı anlatmakla başaramıyorsak; caydırıcı kanunlarımızla anlatmaktan başka çaremiz yok demektir . Bu demek oluyor ki; bizim herseyden önce kadınlarımızı koruyabilmek için, insan haklarının yanına ek olarak kadın hakları yasası çıkarmamız gerekiyor. Erkek terörü, Psikososyal’e aykırı bir terördür. Bu yüzden önüne geçilmesi büyük bir elzemdir..

Sevgilerimle..

                                       

                                BY PROTOKOL DERGİSİ AĞUSTOS 2020,SAYISINDAKİ ÇALIŞMAM..



Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement